Bir radyo programında dinlemiştim.
Anadolu’nun küçük bir köyünde bir çocuğun gözleri, ateşli bir hastalık sonucu görmemeye başlar.
Baba bir gün diğer çocukların artık oğluyla oynamamaya başladıklarını fark eder;
oğluna bir çalgı aleti alır; çocuk onunla tıngır mıngır vakit geçirir.
Bir süre sonra gerçekten bir şeyler çalmaya başlar.
Bir gün yakındaki köyden bir adam, çocuğun yetenekli olduğunu düşünerek ona ders vermeye başlar.
Çocuk yeteneğini çok geliştirir.
Çok zeki, yaratıcı ve hazır cevaptır.
Hatta bir gün gurbette sazı kırılınca bir dostundan saz almak ister; dostu,fiyatına”yüz elli lira” der.
Garibanın cebinde sadece elli lira vardır.”Bu elliyi al, yüzüne tükürürüm.”der.
Şaka öyle hoşuna gider ki satıcının; kalan yüz lirayı almaz.
O kör çocuğun adı Veysel’dir.
Farkında mısınız? Anne-baba olarak yapmanız gereken şey, çocuğun eline o sazı vermektir.
Bırakın gerisini o yapsın, siz onun yeteneğini keşfetmesine olanak tanıyın ve mücadele gücü kazandırın, gerisini ona bırakın.
Bir seminerimde bu olayı anlatığımda bir yönetici el kaldırdı:
”Hocam
, ben Sivaslıyım, Âşık Veysel’in köyündenim. Size daha da ilginç bir şey söyleyeyim; bizim köye ilk meyve ağacını Âşık Veysel dikmiştir.”dedi.
(A.Şerif İZGÖREN, Avucunuzdaki Kelebek)