Üniversitede akademik kariyer yapmak en büyük hayalim idi.
Ders anlatmak, yeni bir şeyler öğrenmek, gençlerle beraber olmak en çok sevdiğim anlardı.
Bir dergide bir makalemin yayınlanması, bir yayınevinden bir kitabımın basılmasını hiç bir mutluluka değiştirmezdim.
Bunların hiçbirinin para ile değeri ölçülemezdi.
On yıl görev yaptığım üniversitede hep bunları yaşadım.
O on yıl benim hayatımın en güzel anlarıydı.
Ama hayat bu işte.
Her şey her zaman istediğiniz gibi gitmiyor.
Hayat bazen değil aslında her zaman sizi sürprizlerle karşılaştırıyor.
Değişik nedenlerden dolayı üniversiteden ayrılmak durumunda kaldım.
Daha doğru üniversiteden ayrılmak zorunda bırakıldım.
Doktoramı bitirdiğim yılda ÜAK’nın doçentlik için istemiş olduğu asgari kriterleri yerine getirmiş bir akademisyendim.
Bu halimle öğretim görevlisi olarak Doçentlik sınavına müraccat ettim.
Beş sıfır kaybetmeyi beklerken üç iki oy çokluğu ile başarısız oldum.
Bu sonuç benim için şerefli bir mağlubiyet idi.
Doktoradan sonra altı yıl bekletildim.
Hakkım olan Yardımcı Doççentlik kadromu vermediler.
Soruşturmalarla beni çok sevdiğim üniversiteden soğuttular.
Ve ayrıldım.
Yaklaşık sekiz senedir TÜİK Bölge Müdürlüğünde en iyisini yapmak için elimden gelen gayreti gösteriyorum.
Hayallerimin peşinden asla vazgeçmiyorum, vazgeçmeyeceğim.
TÜİK’te çok yoğun bir iş tempom var.
Bu yoğunluk arasında 2010 yılında tekrar doçentliğe müraccat ettim.
Sekiz yıl akademik ortamdan uzak kalınca açıkçası başvuru için tereddütlerim vardı.
Hayallerim için değerdi ve kararımı verip müracaat ettim.
Makul sayılabilecek bir jüri üyesi çıktı.
Hiç birini tanımıyordum ama tanıyanlar öyle söylüyordu.
Heyecan ile dosyalarımı hazırladım.
Çok ekstra zaman ayırdım.
Görüştüğüm büyüklerim benim yavaş yavaş sözlüye çalışmam gerektiğini söylüyorlardı.
Ama ben resmi sonuç ilan edilmeden bir hazırlık içine girmemin doğru olmayacağını düşünüyordum.
Gel zaman git zaman her geçen gün sabırsızlanıyordum.
ÜAK’nın sitesini günde en az beş altı kez kontrol ediyordum.
9 Ağustos 2011 tarihinde, müracaattan tam onsekiz ay sonra siteye girdiğimde 3/5 BAŞARILI sonucu ile karşılaştım.
29 Eylül 2011 tarihinde İstanbul Aydın Üniversitesi İİBF’de saat 10:00’da sözlü sınava çağrılıyordum.
Gayri ihtiyari kendi kendimi alkışladım.
Sonucu sevdiklerimle paylaştım.
Yüz yüze, telefon ile, mail ile sevincimi paylaştım.
Dostlarım az çok hayallerimi bildikleri için herkes bu sonuçtan en az benim kadar mutlu olmuştu.
Evet, benim için yeni bir süreç, yeni bir heyecan başlamıştı.
Artık ciddi ciddi hazırlıklara başlamam gerekiyordu.
Çünkü o beş kişilik jüri üyesinin karşısına eksiksiz çıkmam lazımdı.
İlk önce jüri üyelerinin akademik alanı ile ilgili tarama yaptım, onlarla ilgili epey akademik bilgi topladım.
İkinci olarak Jüri üyelerinin ilgi alanları ile ilgili olarak internet üzerinden onlarca kitap siparişi verdim.
Dört gün istanbulda konaklayacak şekilde gidiş-dönüş olmak üzere uçak biletlerimi aldım.
Konaklayacak yer için rezervasyon yaptım.
En sevdiğim dostlarımla alış verişe çıktım.
Kol düğmesinden çoraba kadar her şeyin içinde olduğu bir takım elbise aldım.
Herşey eksiksiz olmalıydı.
Bütün bunları sonuç açıklandıktan sonra 3-4 saat içinde yaptım.
Akşam eve gittiğimde kitaplığımın en alt raflarında yer alan tüm pazarlama kitaplarını çıkarttım.
Yavaş yavaş sayfaları çevirmeye başladım.
Taki 16 Ağustos 2011 tarihinde resmi yazı elime geçene kadar.
Zira kurum amirliği yapıyoruz ya.
Elimize bir evrak geldiğinde hemen şekli formata bakarız.
Üst yazı, ekler vesaire uyumlu mu değil mi diye?
Üst yazıda problem yoktu.
İnternette ilan edildiği gibi sonuç 3/5 olumlu ve 29 Eylül 2011 tarihinde İstanbulda sözlüye çağrılıyordum.
Ancak üst yazının eklerini incelediğimde bir tuhaflık gördüm.
Üst yazıda üç olumlu
, iki olumsuz görüşten söz edilmesine karşın ekte yer alan beş adet kişisel rapordan üçü olumsuz, ikiside olumlu idi.
Garibime gitti ve bir akademisyen büyüğümü aradım.
O da çok garip olduğunu, buna benzer durumların daha öncede yaşandığını, hiç bir şey olmamış gibi sınavıma gidip girmem gerektiğini ifade etti.
Ama bu seçenek benim içimi rahatlatmadı.
YÖK’ten bir yönetici ile görüştüm.
Evraklarımı istedi, faksladım.
Yarım saat sonra bana döndüğünde işin aslı ortaya çıktı.
Bir hata olmuştu.
Üst yazının 2/5 başarısız olması gerekirken, sehven 3/5 başarılı yazılmıştı.
Yeni üst yazının yazılıp bir kaç gün içinde tarafıma ulaştırılacaktı.
YÖK veya ÜAK için konu bu kadar basitti.
“SEHVEN”!!!
........................
Vücut kimyam alt üst olmuştu.
Üzerimden sanki kamyon geçmişti.
Bana bir haller olmuştu.
Titredim, titredim, titredim...
Sonra duruldum, kendime geldim.
En başta söyledim ya.
Hayat bu, yine yaptı yapacağını.
Ben bu hayatı zaten bunun için çok seviyorum.
Bu güne kadar o kadar çok sürprizler yaşadım ki, bundan sonra acaba hangi sürprizleri yaşayacağım diye o kadar meraklanıyorum ki?
Düşünür ne demiş?
"Her şey ya bizzatihi güzeldir, ya da neticeleri itibariyle güzeldir"