SANA HASRETİMİZ DERİN OLACAKTIR

22/01/2009 | Doç. Dr. Ahmet TAN | 162


Abdullah Ağanın oğlu Süleyman Ağanın oğlu Kahraman 1892’de doğdu.

Onun da kulağına “Ya gazi ol ya şehit” diye fısıldandı.

Zaman çabuk geçti.

Kahraman yaman bir delikanlı oldu.

1.Cihan Harbi’nin ayak sesleri artık köylerde de duyuluyordu.

Askere çağırdılar.

Kahraman, geniş ailesinin her ocağını tek tek dolaşıp “Vakit geldi… Gidiyorum…” dedi.

Herkesten ayrı ayrı helallik diledi.

Gidip de dönmemek gelip de görmemek vardı.

Ufukta yükselen ateş onu da içine almak için sabırsızlanıyordu.

Yolculuk sabahı Süleyman Ağanın huzuruna çıktı Kahraman.

Babası onu kapıda bekliyordu.

Baba oğul göz göze geldiler.

Süleyman Ağa, el pençe divan karşısında duran oğluna doğru yürüyüp elini omzuna koydu.

Sertçe sıktı.

“Gidiyorsun…”

“Gidiyorum baba.”

“Namus ve şerefimiz sana emanettir.

Yüzümüzü kara çıkarma.

Ölüm Allah’ın emri.

Tereddüt duymayasın.

Sana hasretimiz derin olacaktır.

Burada her göz her sabah Kahraman’ı arayacak ve unutmayacaktır.

Başın dik olsun.

Düşmana sırtını dönme.

Yuvana kavuşman nasip olursa beni burada bulamayabilirsin. Vasiyetim şudur:

Allah’ın sözünden öteye geçme.”

Süleyman Ağa oğluna sarıldı ve alnından öptü.

“Hakkını helal et baba.”

“Helal ediyorum.”

Yola hazırdı Kahraman.

Ablası Zekiye yanına sokulup bir mendil uzattı.

Ana şefkati ile parlayan bakışlarını kardeşinin yüzünde dolaştırıp fısıldadı:

“Terleyince terini silersin.”

Kahraman

, mendili mukaddes bir emanet gibi huşu içinde alıp koynuna soktu.

Sonra başparmağı ile ablasının göz pınarlarındaki iri incileri aldı.

“Ağlama…”

Asker son defa avluda kaynaşan sevgilere ve sevgililerine bir göz attı.

Seslendi:

“Beni unutmayın!”

Avluda bir çığlık koptu.

Tam 7.5 yıl sonra Sana Esir Kampı’ndan esirleri getiren gemi Fatsa açıklarına demir attı.

Esaretin ıstırabından vatan toprağında bile kurtulamamış askerler kayıklarla limana taşındı.

Bir gözü kör olan Kahraman, takunya ile yola düşüp iki günlük bir yolculuktan sonra Ordu şehir merkezine ulaştı.

Belikırıkzade Şükrü Efendi ile evli ablası Zekiye’nin kapısına geldiğinde yorgunluk ve heyecandan bayılmak üzereydi.

Kapı çaldı…

Zekiye, karşısında duran tek gözlü, dilenci kılıklı, harap ve bitkin adama dikkatli baktı…

Kahraman, göğsünden çıkardığı kanlı mendili ablasına doğru uzattı…

“Abla…”dedi. “Benim… Kahraman…”

Zekiye mendile doğru baktı… Baktı ve oracıkta yığılıverdi.

Olan biteni en iyi mendil anlatabilirdi.

Ama ne yazık ki onun dili yoktu.

Zekiye, kardeşinin 7.5 yıl boyunca yaşadığı her hicrana, her sıkıntıya, her çileye ortak olmak ister gibi mendili günlerce yüzüne sürdü durdu.

(Son Kahramanlar, R.Şükrü APUHAN, 2006,Timaş Yayınları)

  •  
  • >